Kılıçdaroğlu’nun ekonomi vaatleri hayata geçebilir mi?
Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ekonomi alanında kalkınma politikaları, sosyal adalet ve uluslararası yatırımlar...
Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ekonomi alanında kalkınma politikaları, sosyal adalet ve uluslararası yatırımlar gibi çeşitli başlıklardaki vaatlerini açıklamaya seçime bir ay kala hız verdi. Uzmanlara göre Türkiye’de iklimin değişmesi ve ekonominin diğer alanlardaki reformlarla da desteklenmesi durumunda bu vaatlerin adım adım gerçekleşmesi mümkün.
Kılıçdaroğlu, son dönemde gerek farklı illerde yaptığı konuşmalarda gerekse evinin mutfağından yayınladığı kısa videolarda yüksek enflasyon altında ezilen toplumu rahatlatmaya ve aynı zamanda kalıcı bir büyüme ve refah hedefleyen ekonomiye yönelik çeşitli vaatler açıklıyor.
Millet İttifakı adayı en son cumartesi gecesi yayınladığı video ile kalkınma politikalarını genel hatlarıyla tahta önünde anlattı ve şu projeleri sıraladı:
“Tüm Türkiye’yi kapsayacak, özel ekonomi bölgeleri oluşturacağız. 81 ilimizi dolaylı olarak etkileyen 9 özel ekonomi bölgesi, 17 tarım ve hayvancılık merkezi ve 50 üretim üssü kuracağız. İlk beş yılda 123 milyar dolar, 10 yılın sonunda da 300 milyar dolarlık yatırım yapılacak. Bu yatırımların yüzde 20’sini kamu kaynakları ile yapacağız…Büyükşehirlerden Anadolu’ya tersine göç başlayacak…İşsizlik oranı ilk beş yılda yüzde 5’in altına düşecek.”
Kılıçdaroğlu’nun vaatleri arasında sadece kalkınma değil sosyal adaleti sağlamaya yönelik bazı adımlar da bulunuyor. Emeklilere verilen bayram ikramiyelerinin asgari ücret düzeyine çıkartılması, ihtiyaç sahibi ailelere her ay bir Cumhuriyet altını, depremzedelere verilecek yeni konutların ücretsiz teslim edilmesi gibi somut sözlerin yanı sıra Kılıçdaroğlu “beşli çete” olarak adlandırdığı holdinglere Hazine’den aktarıldığını söylediği paraları geri getireceğini de belirtiyor.
Kılıçdaroğlu ayrıca son yıllarda Türkiye’den uzaklaşan yabancı yatırımların gelmesi için de yurtdışında görüşmeler yaptıklarını ve yatırımcıyı yeniden çekeceklerini söylüyor.
Vaatler ne kadar gerçekçi?
Peki bu vaatler ne kadar gerçekçi ve hangi şartlar altında, ne kadarı yapılabilir?
DW Türkçe’ye konuşan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp bu sorunun yanıtını öncelikle Millet İttifakı’nın vaatlerini tanımlayarak başlıyor:
“Bunları özetleyecek olursak ekonomi yönetiminde tüm dünyada kabul görmüş ve performansı yıllarca test edilmiş ana akım politikalara dönüleceğinin sinyalini veriyorlar. Mevcut ekonomik dengesizliklerin altında yatan politikaların ise birer birer terk edileceği söyleniyor.”
Demiralp’a göre “maceradan uzak, kısa vadede kazanıma yönelik değil uzun vadeli sürdürülebilir büyümeye odaklanan” geleneksel politikalar küresel çapta çok yaygın bir uygulama alanına sahip olduğu için bu politikaların performansları da iktisatçılar tarafından sürekli ölçülüyor ve ayrıca güncelleniyor.
“Millet İttifakı da denenmiş ve başarısı kanıtlanmış uygulamalara döndüğü sürece başarılı olacaktır” diyen Demiralp, şu hususa da dikkat çekiyor:
“Ancak olay salt kâğıt üzerinde sıralanan ekonomi politikalarının rasyonalitesinden öte bu politikaları uygulayabilecek zeminin oluşmasına da bağlı. Bu noktada kurumsal bağımsızlık, hukukun üstünlüğü, kişisel hak ve hürriyetlerin korunması gibi çok kritik ön şartların da devreye sokulması gerekiyor.”
Millet İttifakı üyeleri yaptıkları çeşitli konuşmalarda ekonominin rayına oturabilmesi için demokrasi ve hukuk üstünlüğünün tesisinin önemine dikkat çekerken, Kılıçdaroğlu da yeni kalkınma modelinde çalışanlar, yatırımcılar ve işletmelerin hukuki güvence altına alınacağını, iktidara gelmeleri durumunda ilk üç ayda gerekli yasal düzenlemeleri yapacaklarını belirtiyor.
Bluebay Varlık Yönetimi Kıdemli Stratejisti ünlü ekonomist Timothy Ash ise bu vaatlerin gerçekleşmesine dair bir diğer önemli noktanın Millet İttifakı üyeleri arasındaki eşgüdüm olduğuna dikkat çekiyor.
“Türkiye’nin doğru bir makro çerçeve ve iş ortamı ile harika uzun vadeli yatırım fırsatları sunduğunu düşünüyorum” diyen Ash, Millet İttifakı’nın önündeki en büyük riski ise geniş katılımlı ittifak ile siyasi istikrarın sağlanması ve sürdürülebilmesi olarak görüyor.
Kim popülist? İktidar mı muhalefet mi?
Millet İttifakı’nın vaatleri bazen iktidar ve çeşitli kesimlerce “popülist” olarak nitelendirilse de AKP’nin son açıklanan seçim beyannamesinde muhalefetin vaatlerine de yer verdiği gözleniyor.
Bu vaatlerin popülist olup olmadığına ilişkin soruya karşılık Demiralp, enflasyonla mücadele için uygulanması gereken politikaların popülist değil bilakis kısa vadede acı reçete olarak tabir edilen politikalar olduğunun altını çiziyor:
“Zaten bu acı reçeteden kaçınmak uğruna şu andaki kriz şartlarını yaşıyoruz. Çünkü iktidar tarafından yeni ekonomi modeli ile benimsenen ‘enflasyonla büyüme’ modeli bir noktadan sonra maalesef krize davetiye çıkarıyor. Kısa bir süre enflasyonist baskıları göz ardı ederek faizleri düşürerek bir rahatlama sağlayabilirsiniz. Ancak bu politikalara devam etmeniz durumunda dalga dalga gelen enflasyonist baskılar ekonomiyi boğmaya başlar.”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kasım 2021’de ilan ettiği ‘Yeni Ekonomi Modeli’ ile ortaya konan düşük faiz-yüksek kur politikaları sonucu bütçe ve dış ticaret açığında tarihi rekorlar kırılırken, iktidarın seçime kadar tek haneye düşmesini vaat ettiği yıllık enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 50’nin üzerinde seyrediyor. Gerçekte hissedilen enflasyon ise resmi rakamların üstünde.
“Esas popülist olan politika Millet İttifakı’nın sözünü verdiği dezenflasyon politikası değil mevcut iktidarın benimsediği ‘enflasyonla büyüme’ tercihidir” diyen Demiralp, iktidarın kısa vadede getirisi olan bu popülist politikalarının süresi çok uzadığı için normalde uzun vadede görülen yan etkilerin bugün yaşanmakta olduğuna işaret ediyor.
Demiralp, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“O yüzden (iktidarın) bu politikalarından uzaklaşmak ironik şekilde ‘popülist vaat’ gibi görülüyor olabilir. Oysa dezenflasyon politikaları normalde meyveleri orta ve uzun vadede toplanan politikalardır. Ancak bizim içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ortamında dezenflasyon politikalarına geçiş kısa vadede de rahatlama sağlayabilir, tıpkı 2001 krizi sonrasında geleneksel politikalara geçtikten sonra gözlenen yüksek büyümeli dezenflasyon süreci gibi.”
Dezenflasyon sürecinde inovasyona dayalı bir anlayışla Türkiye’nin rekabet gücü olan sektörlere doğru kaynakların aktarılmasının üretim maliyetlerini düşüreceğini söyleyen Demiralp, bunun enflasyonist baskıları da azaltacağını belirtiyor.
Yabancı yatırımlar Türkiye’ye gelir mi?
Türkiye’ye yabancı yatırımları yeniden çekme vaadinde de bulunan Kılıçdaroğlu, bir süre önce yaptığı yurtdışı ziyaretlerde uluslararası finans kuruluşları temsilcileri ile bir araya gelmişti.
Demiralp, Türkiye’ye ne kadarlık bir yatırım gelebileceğine ilişkin rakam verebileceği bir çalışması olmadığını ancak enflasyonla mücadele politikalarının TL’nin değerlenmesini sağlayan ve kurda istikrar getiren politikalar olacağı için Türkiye’nin yabancı yatırımcı gözünde cazibesinin de artmasının bekleneceğini belirtiyor.
“Kurumsal bağımsızlık, hukukun üstünlüğü, eğitim reformu gibi güçlü adımları eklediğimizde sadece kısa vadeli sermaye değil uzun vadeli ve Türkiye’nin üretim kapasitesini artıracak yatırımları çekebilmek de mümkün” diyen Demiralp, bunun örneğinin 2001 krizi sonrasında görüldüğünü, o donemde doğrudan yabancı yatırımların 20 milyar ABD doları seviyelerine ulaştığını, 2007-2009 küresel finansal kriz sonrasında ise portföy yatırımlarının 50 milyar doları aştığı seviyelerin görüldüğünü hatırlatıyor.
Demiralp, o dönemden bu yana küresel likiditenin ciddi şekilde arttığını vurgulayarak, küresel piyasalardaki son durumu şöyle aktarıyor:
“ABD Merkez Bankası Fed’in bilançosunun 2007 krizi öncesindeki 1,5 trilyon USD seviyesinden 2014 yılında 4,5 trilyon dolarlara, pandemi sonrasında ise 9 trilyon USD seviyelerine çıktığını gördük. Şu anda 8,6 trilyon seviyelerinde ve kademeli olarak küçülecek olsa da kriz öncesi seviyelere kolay kolay dönmeyecek. Türkiye küresel çapta kabul görmüş ekonomi politikalarına döndüğünde bu likiditeden faydalanma imkanına sahip olacaktır. Çünkü genç ve dinamik nüfusu, güçlü altyapısı ve jeopolitik konumu ile Türkiye yatırımlar için ciddi bir potansiyel barındırıyor.”
Türkiye ne kadarlık bir yatırım çekebilir?
Peki küresel piyasalara dair bu tablo ışığında iktidar ve ekonomi politikası değişimi durumunda Türkiye ne kadarlık bir yatırım çekebilir?
Timothy Ash, ortodoks para politikalarına geri dönülmesi durumunda önemli portföy girişlerinin görüleceğini düşündüğünü söyleyerek, şöyle konuşuyor:
“Geçmişte 140 milyar dolar gibi bir zirveye ulaşıldığı ve şimdi 20 milyar dolara kadar düşüldüğünü hesap edersek; bence beş yıllık bir süre içinde 120 milyar dolara geri dönülebilir. Bu da yıllık bazda 20 milyar dolarlık portföy girişi demek oluyor.”
Doğrudan yabancı yatırımlarda (FDI) ise zirve noktasının 2007’deki 28 milyar ABD doları olduğunu hatırlatan Ash, “Son birkaç yıldır ise FDI 5-6 milyar civarında. FDI’da yıllık 20 milyar dolara oldukça kolay bir şekilde geri dönmenin mümkün olduğunu düşünüyorum” diye konuşuyor.
Ash, buna ek olarak uzun vadeli yabancı borçlanmada da net 20 milyar dolarlık giriş görmenin mümkün olduğunu söyleyerek, “Tüm bu kalemleri bir araya getirdiğimizde, yılda 50 milyar dolarlık yeni giriş görmenin mümkün olduğunu düşünüyorum” diyor.
Bunun için ise belli şartların gerekliliğine işaret eden Ash, bunları “Ortodoks para politikaları, bağımsız merkez bankası, ekonomi takımında meritokrasi (liyakat), hukukun üstünlüğünün geri dönüşü ve ekonomi politikalarında kontrol ve denge sistemi” olarak sıralıyor.