KÖKLERİMİZDEKİ FITRÎ KODLAR
Bizler, bağlı olduğumuz köklerimizin yani atalarımızın; dini, siyasi, sosyal ve kültürel kodlarının... vs hepsi kanımızda mevcuttur. Bitki topraktan farklıdır ama topraktan bağımsız değildir. Her alanda değişiklik meydana gelmiş olabilir. Gerek bizâtihi Kendimizde gerek kişiliğimizde gerek de yaşantımızda. Fakat meydana gelen bu değişimler neticesinde köklerimizden kopulmuşluk düşüncesine kapılmamalıyız. Köklerimizin bizlere verdiği kutsal değerler, akan kanlarımızda hâlen mevcuttur. Fıtrat ise bunun bir diğer kanıtı. Her insan fıtrat üzere doğar, yaşar ve ölür.
Fıtratımız islam olduğuna göre bağlı olduğumuz kökler, müslüman atalarımızın kökleridir diyebiliriz.
Bu nedenle değişen dünyada değişen varlık olan insan, hiçbir zaman köklerini / fıtratını inkar edemez. Atalarımızın en kutsal getirilerini, kişi doğar doğmaz benimser. Dini değerlerimiz, kültürel değerlerimiz, ahlaki değerlerimiz...bunlardan birkaçı.
Değişen insanın, maddiyatında ve rûhiyatında bunlar kendini ifşa etmiyor olabilir ama bu onun YOK 'luğuna işaret etmez. Bu onun YOKSUN 'luğudur. Bir nevi bu değerleri tam olarak içselleştirememiş demektir. Bunun en büyük sebebi de kendisinin değiştiğini söyleyerek bu köklerin, kendinde olmadığına inanmasıdır.
Yani yok saymasıdır ...
" Birinin ona köklerinin(atalarının) kodları, hâlâ kendi benliğinde mevcut olduğunu söylesin ! " diye bir çınlama duyuyorum. Ama ne çare ki kişi, kendi toprağını çoktan reddetmiş ve çağdaşlık / uygarlık diye başka kültürlerin etkisi altında kalıp onları içselleştirmiştir.
Mukayeseli bir örnekle şöyle de izah edebiliriz. Müslüman bir kimsenin beldesine Savaş açarsanız o silahını kuşanır ve siz oraya yetişmeden savaş meydanında sizleri bekler. Hakiki Müslüman
-Cihad ilel ebed- düsturuyla hareket eder. Ebediyete kadar, cihattan sorumluyuz der ve her daim cihad faaliyetleri ile hemhâl olur. Tabi müslümanlar olarak bu düstûrumuz, savaş usûlünde yayılmacı bir politika izlediğimiz anlamına gelmemeli. Bahsettiğimiz yayılmacı politika, Uygar diye geçinen Avrupa'nın düstûrudur. Bunu açıkça ifşa etmezler ama maşalarının yardımıyla ateşi alttan alttan verirler ve olayların alevlendiği / kızıştığı vakitte de itfaiyecilik oyunu oynarlar.
Bizim "Cihad ile'l ebed" düstûrumuz, ebediyyete kadar sürecek, sürmesine ama bu düstûr, sadece savaşı kapsayan maddi anlamda bir cihad değildir.
▪ Mesela kişinin kendisi ile olan cihadı vardır. Yani nefsine, günah ve emirlere karşı verdiği mücadele de bir Cihattır.
▪ Kişinin tebliğ amacı ile lisânını yorması da bir cihattır.
▪ Dini ve kutsal kitapları tahrif eden sözde âlimlere, oryantalistlere, müsteşriklere karşı kalemini yorması da bir cihattır.
▪ İyiliği emredip kötülükten menetmesi de bir cihattır.
▪ Bir kötülük gördüğünde; eliyle, ona gücü yetmezse diliyle karşı koyması, ona da gücü yetmezse kalben buğz etmesi de bir cihattır.
▪ Yayılma veya istila amacı ile değil, tebliğ amacı ile yapılan fetihler de bir cihattır.
▪ Mazlumun yanında olup şefkat göstermesi, zalime karşı eliyle, diliyle kin kusması da bir cihattır.
▪ Dinin esaslarını ve ilkelerini muhafaza adına her bir başkaldırışı, her bir diklenişi...Emin olun bu da bir cihattır.
▪ Ve umûmi anlamda Allah'ın rızası için yapılan herşey yine cihattır.
İşte bu yüzden Cihad derken, bu mefhumun nev'ilerini hatırlayarak bu güzel kavramın fehmini daraltmayalım.
Ne demiştik ; Müslüman bir kimse, savaş meydanında sizi bekler. Çünkü onun köklerinde ki kodlarda bu Cihat düstûru yer almakta. Bu düstûrun bir gereği olarak da; " Bu güzel islam coğrafyamı, müslüman beldemi, vatanımı, milletimi... kafirin tekeline bırakacağıma ölürüm daha iyi" der ve kâfirin İpi bağlı köpeği olup esir gibi yaşamak yerine İzzet ile yaşamayı tercih eder.
Ama !
Toprağını inkar edip tâbi oldukları o Uygar devletlerin beldesinde bir savaş çıksa -sözüm ona- o uygar millet, medeniyetsiz diye belledikleri Doğu insanının beldelerine kaçarlar.
İnanın ki kaçarlar !
Onların köklerinde vatan, millet gibi kavramlar yok !
Bırakın vatanı milleti, onlarda aile mefhumu bile yok. Onlarda bireysellik ve bencillik ön plandadır.
O an, kendi canlarını kurtarma derdine düşerler. Onlarda, anne baba gibi vatan millet gibi kavramlar yokken, bunlar uğruna ölmekte neymiş !
Velhâsıl kaçarlar işte ...
[ bir dip not düşecek olursak: Uygar diye bilinen devletlerin yöneticileri, kendi milletindeki bu bireyselliği algıladıkları gibi müslümanlarda bulunan milliyetçiliği, cemaatciliği, vatanseverliği ve İslamiyetin getirisi olan cihadı da iyice algılamaktadırlar. Yani kendi milletinin kaçacağını / tabanları yağlayacağını bildiği gibi müslüman milletlerin de beldesini terketmeyip direneceğini bilmektedirler. Böylece müslümanların, kendi beldelerini Fethetmelerine fırsat vermemek için Doğu'yu, böyle çorba gibi karıştırmaktadırlar. "Aman Müslümanlar bizimle uğraşmaya fırsat bulamasınlar !" diyorlar. Onlar, müslüman bir ülkenin gelişmesini de istemiyorlar ve bu gelişmenin mukabilinde diğer İslâm ülkelerinin birbirleriyle örgütlenmesini, birlik beraberlik içerisinde hareket etmelerini de yine istemiyorlar.
İstemiyorlar gelişmekte olan Türkiye'yi ...
Bu yüzden türlü türlü çorap örmeye kalkıyorlar sağdan soldan.]
Velhâsıl bu mukayeseli misâlin neticesi :
"kaçarlar işte ..."
Tabi kaçacaklar ! Onların kökleri, seninkiler ile bir değil !
Ve sen;
Ey uygarlık elbisesi giyipte değiştiğini sanan Müslüman !
Senin kodların, uygar sandığın devletleri taklit etmen ile mutasyona uğramaz. Artık fıtrî anlamda ne olduğunun farkına var. Kültürümüzün ve dinimizin senin fıtratına binâen ne kadar mukaddes ve mükemmel olduğunu anla ve bunları korumaya çalış.
Çünkü bu kökler, senin içinde mevcut !
İçindekini öldürme!
Veya öldürdüğünü sanma ..!
Şura IŞIKAY